By amanhem
etiketler: key ödeme, key ödemeleri ,key ödeme tarihi, key hakedişler, key hesapları, key hesapla Ziraat Bankası Genel Müdürü Can Akın Çağlar, ilgili Kanunu Cumhurbaşkanı'nın onaylaması halinde Konut Edindirme Yardımı (KEY) ödemelerine 28 Temmuz'da başlayacaklarını söyledi. | |
|
Çağlar, KEY ödemelerine ilişkin gazetecilerin sorularını yanıtladı. KEY ödemeleriyle ilgili yasanın Mecliste kabul edilmesinin ardından Hazine ve Ziraat Bankasının hazırlıklarını tamamladığını ve 8.5 milyon hak sahibinin bilgilerinin kendilerine geldiğini bildirdi. Ödeme şekli ve tutarlarıyla ilgili bilgi veren Çağlar, 8.5 milyon kişiye toplam 2.8 milyar YTL ödeneceğini söyledi. Çağlar, en yüksek ödeme tutarının 1,391 YTL olduğunu belirterek, 1 YTL alacağı olan hak sahibinin de bulunduğunu ifade etti. Ödeme dilimlerine göre en çok hak sahibini 0-50 YTL arasında alacağı olanların oluşturduğunu belirten Çağlar, bu dilimde 3 milyon 800 bin kişinin bulunduğunu kaydetti. Çağlar 1 milyon ve üzerinde alacağı olanların sayısının ise 1 milyon 145 bin olduğunu söyledi. -ÖDEME TUTARLARI VE HAK SAHİBİ SAYISI- Çağlar, KEY'de ödeme tutarları ve hak sahibi sayısını da dilimler halinde şöyle sıraladı: ÖDEME TUTARI HAK SAHİBİ SAYISI ------------- ----------------- 0-50 YTL 3.800.000 50-100 YTL 848.000 100-150 YTL 477.000 150-200 YTL 464.000 200-250 YTY 275.000 250-300 YTL 220.000 300-400 YTL 364.000 400-500 YTL 274.000 500-600 YTL 237.000 600-700 YTL 208.000 700-800 YTL 181.000 800-900 YTL 183.000 900-1.000 YTL 163.000 1.000 YTL ve üzeri 1.145.000 Buna göre, 2 milyon 922 bin kişi 50 ile 500 YTL arasında, 972 bin kişi de 500 ile 1.000 YTL arasında konut edindirme yardımı parası alacak. -1.000 YTL'NİN ÜZERİNDE ALACAĞI OLANLARA KREDİ İMKANI- Çağlar, Ziraat Bankasının 1000 YTL ve üzerinde alacağı olanlar için komisyon ücreti ve faiz oranında avantaj sağlayarak, alacağının 10 katına kadar kredi verilmesine yönelik çalışmaları olduğunu da bildirerek, şunları söyledi: ''1.000 YTL üzerinde alanlara böyle bir kredi ürünü geliştirelim diye düşündük. Mesela KEY'den 1.000 YTL alacaksanız. O kişiye eğer kredi veriminde bir problem yoksa, 'size 10 bin YTL vereyim, bunu 10 taksitte bana ödeyin' veya 'size 5 katını vereyim, 20 taksitte bana ödeyin' şeklinde bir kredilendirme yapacağız. Nemanın başka bir versiyonu gibi. Kendilerine ödenecek rakamı peşin ödenen bir komisyon veya bu işin peşin ödenen bir faiziymiş gibi kabul edip, geri kalan 10 taksitte herhangi bir komisyon ya da faiz telaffuz etmeyeceğiz.'' Bunun herkes kredilendirilecek anlamı taşımadığını da kaydeden Çağlar, ''Tabii ki çok büyük volum oluşur oluşmaz bilmiyoruz. Ama insanların derdine derman olabilecek gibi bir rakam ortaya çıkar. 5 ya da 10 bin YTL bir işini görür. Oysaki 1.000 YTL ödediğimiz bir kişi onu çok bir şey de kullanamayabilir'' dedi. Çağlar, kredi vermede kefil istenmeyeceğini, ancak kredi kayıt merkezinden gerekli sorgulamaların yapılacağını ifade etti. Çağlar, KEY'in konut edindirme yardımı olduğunun anımsatılarak, ''Konut kredisi verir misiniz?'' sorusu üzerine, ''Konut kredisi zaten veriyoruz. Ama bununla ilgili diyorsanız. Bundan bir konut kredisi olmaz. Hepsi çok küçük rakamlar en üst olana 10 katını verseniz bile 13-14 bin YTL'ye yakın para. Yani onunla bir ...'' diye konuştu. -ÖDEME ŞEKLİ- Çağlar, ödeme için tüm hak sahipleri adına hesap açılacağını ifade ederek, hak sahibinin alacağını kimlik bilgileri ve vatandaşlık numarasıyla herhangi bir şubeden alabileceğini söyledi. Çağlar, ''Herkes büyük merakla gelecek. Ama geldiğinde, '1 YTL-5 YTL nereden çıktı' diye bakacak. Çünkü insanlar bunun nema gibi büyük rakamlar olduğunu düşünebilir'' diye konuştu. Çağlar, kurumların istemesi halinde kamu-özel ayrımı olmadan nemada olduğu gibi toplu ödeme yapılabileceğini belirtti. Çağlar, ayrıca bankalara borcu bulunan hak sahiplerinin alacağına haciz koyabileceklerini de vurguladı. -''KİMSENİN ZARARINA İŞLEM YAPMA LÜKSÜ YOK''- Çağlar, Ziraat Bankasının zararına kredi verdiği yönündeki söylemlerin belirtilmesi üzerine, kimsenin zararına işlem yapma lüksüne sahip olmadığını belirterek, ''Biz de böyle bir lükse sahip değiliz'' dedi. Çağlar, ''Zararına verdiğini iddia edenler son toplanan mevduat rakamına bakarlar. Mesela bugün 20 ile mevduat topluyorsunuz ama çok iyi firmalar 17 ile kredi veriyorsunuz. Sadece buna baktığınız zaman 20'ye mal alıp, 17 ile satıyormuş gibi, zararına işlem yapıyorsunuz gibi algılanabilir. Oysaki bankaların özkaynakları, daha düşük topladıkları mevduatları var. Son toplanan mevduatın maliyetiyle verilen krediyi mukayese etmemek lazım'' açıklamasında bulundu. kaynak: zaman.com.tr |
By amanhem
DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, selefi Bülent Ecevit için 'Ona ve partisine yapılanlar unutulmamalı' diye açıklama yaptı.
Konuyu, Ergenekon iddianamesinde yer aldığı ileri sürülen 'Ecevit'e baskı yapıldı' bölümü gündeme taşıdı. Ergenekon'la bağlantısı olsun olmasın Ecevit'in yaşadıklarını hatırlamakta yarar var. 2001 yılı ekonomik ve siyasî krizlerle anılan bir yıl oldu. 2002 Temmuz ayında ise kriz doruk noktasına çıktı. İlerleyen yaşının yanına sağlık sorunları eklenen Başbakan Ecevit, Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde tedavi altına alındı. Süleyman Demirel'in kadim dostu Mehmet Haberal'ın hastanesinin önünde muhabirler başbakanla ilgili bilgi alabilmek için kamp kurdu. Gelen haberler hiç iç açıcı değildi ve siyasetle birlikte ekonomik krizi derinleştirmekten başka işe yaramıyordu. Hastaneden yapılan açıklamalar, bilinçli tercih değilse beceriksizlik harikası denilecek cinstendi. "Başbakan Ecevit 'yarı mobilize' edildi" cümlesi bunlardan biriydi. Ecevit, sürpriz bir kararla ve kendi ifadesiyle 'kaçarak' evine çıktı. Vaki davetlere de olumsuz cevap vererek kontrollere bile gitmedi.
Emin Çölaşan'ın 2 Temmuz 2002'de Hürriyet'te yayınlanan ifadeleri ise şoke ediciydi. Kitabına 'Önce İnsanım, Sonra Gazeteci' ismini koyan Çölaşan, ülkenin başbakanını şu cümlelerle anlatmıştı: "Hastaneye yattığında bütün derisinde kabarmalar ve lekeler var. Cildiye uzmanları bunları önce bir hastalık zannedip incelemeye alıyor. Sonra görülüyor ki, bunlar iyi yıkanmadığı, iyi temizlenmediği için oluşmuş şeyler. Hastanede her tarafı güzelce yıkanıp paklanıyor, pamuklarla siliniyor. Cildinin temizlik sonrası aldığı renge Rahşan Hanım bile şaşırıyor... 'Meğer senin ne güzel tenin varmış Bülent' diyor. Bülent Bey'in iyice uzamış ve bakımsız kalmış el ve ayak tırnakları da hastanede güzelce kesiliyor, temizleniyor. Ellerine bir güzellik geliyor, ayakları rahat ediyor." Her gün insan içine çıkan, Başbakanlık'ta mesai yapan, heyet kabul eden biri için sanki 6 aydır mağarada yaşıyormuş gibi yazmaktan çekinmemişti, Çölaşan.
Ecevit, sağlık durumundan alaşağı edilemeyince B planı devreye sokulmuştu. Hüsamettin Özkan, İsmail Cem ve Kemal Derviş liderliğindeki yeni siyasî oluşumla DSP bölünmeye çalışıldı. Yeni Türkiye Partisi arkasına aldığı büyük medya desteğine rağmen varlık gösteremedi ve tarihin tozlu raflarındaki yerini aldı. Türk siyasetini yeniden dizayn etme planları, Frankfurt Zirvesi gibi tartışmalar uzun soluklu olamadı. Ecevit ve koalisyon ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli'nin erken seçim resti bütün planları altüst etti. Bahçeli, bir anlamda intihar eylemi ile bütün ekibi barajın altına çekti. Bugünü planlamış mıydı bilmiyoruz, ama projeciler silinirken kendisi bir dönem sonra yeniden siyasetin aktif unsurlarından biri oldu.
2002'den bu yana film şeridini hızla sardığımızda önümüze şu tablo çıkıyor: Bülent Ecevit'i tahkir ederek siyaset kulvarının dışına atmaya çalışanlar ile sonraki yıllarda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'e, 'sonun Adnan Menderes'in Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun gibi olur' şantajı yapanlar aynı insanlar. 'Ülkeyi kurtaracak yegâne alternatif Cem-Derviş-Özkan üçlüsüdür' propagandası yapanlarla 'AK Parti iktidar şımarıklığına girdi, dersini almalı' diyenler aynı kalemler. Adı Ergenekon olsun olmasın, birbirini tamamlayan halkalarla karşı karşıya olduğumuz açık. AK Parti'ye karşı psikolojik harekâtlarını 'irtica' ile gerekçelendirenlere 'Ecevit'in suçu neydi?' sorusunu yöneltmenin anlamı yok. Onlar kuzuyu yemeyi kafaya koyduktan sonra suyunu bulandıracak bahaneler bulmakta zorlanmıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri bile mıntıkasında temizlik yapmaktan gocunmuyor. Bakalım medya ve oligarklarımıza ne zaman sıra gelecek?
Bülent Korucu; Zaman 18/07/2008
By amanhem
En son dalgada tutuklanarak cezaevine gönderilen Ergenekon zanlısı, gazetecilerin “Neden tutuklandınız?” sorusuna, “Vatanımı ve Cumhuriyet'i çok sevdiğim için” cevabını vermişti. Önceki gün, kendisiyle görüşen bir siyasetçi de, önemli bir tutuklunun, ısrarla, “Vatanım, milletim önünde başımı eğecek hiçbir şey yapmadım” dediğini nakletti.
Bunların görüşlerini açıklayan kişilerin samimi düşünceleri olmadığına inanmamız için hiçbir sebep yok. Ergenekon sanıklarının çoğu, hiç kuşkunuz olmasın, tutuldukları hücrelerde, “Ne yaptıysam vatanım için yaptım, bu durum bana reva mı?” diye soruyordur.
Önümüzdeki günlerde, Ergenekon davasının yargı safhası başladığında, en sık işiteceğimiz bunlara benzer cümleler olacak. Başka ülkelerdeki benzeri davaların duruşmaları sırasında, yargılananların pek çoğu, kendilerini bu tür bir söylemle savunmuştu çünkü.
Bugün karşımıza çıkan tablo 1990'lı yıllarda başka ülkelerde de yaşandı. Bunlardan en bilineni ve dünya çapında en büyük gürültüyü koparanı 1990 sonrasında adalete intikal etmiş olan İtalya'daki 'Gladio' davasıdır. O davanın en merkezi figürlerinden biri olan Licio Gelli, kurulmasına ve faaliyetlerinin yaygınlaşmasına hizmet ettiği örgütün ipliğinin pazara çıktığı günlerde, “Bana yönelik eleştiriler tam bir ayıp, İtalya'da solun işbaşına gelişini engellediğim için madalyayı hak ediyorum” diyordu.
Gladio örgütünün kuruluş amacı olan 'solu iktidardan uzak tutmak' için İtalya'da sahneye koyduğu eylemlerin bazısına önceki gün burada değinmiştim. Zihinleri bulandırmak için her türlü yöntemi deneyen, sol koluna sağcıları, sağ koluna solcuları hedef alan eylemler yaptıran, pek çok eyleme yanlış kartvizit bırakan (buna istihbarat dilinde 'false flag' deniyor) bir örgüttü Gladio. Eylemlerde başarılı olmak için istihbarat örgütlerinin (İtalyan SİFAR ile Amerikan CIA'nin) imkânlarını kullanması yanında, kendisi de o örgütlere istihbarat desteği veriyordu.
Örgütün 'P-2 Locası' diye bilinen ve 400 kişiyle başlayıp son raddelerde 2500 kişiye ulaşmış olan beyin takımı, üyelerinin temas noktalarını kullanarak, İtalyan siyasileri, işadamlarını, bürokratları dinlemeye almıştı. Örgüt Papa dahil Vatikan'ın önde gelen isimlerini de takip altında tutuyor ve konuşmalarını dinliyordu.
1970'li yıllardan ve o günlerin teknolojisiyle olağanüstü kısıtlı yapılabilen dinleme faaliyetinden söz ediyorum. Bugünün teknolojisine o gün sahip olsaydı, P-2 veya Gladio, sonunun trajik olması gerekmeyebilirdi.
İtalyan Senatosu'nun 326 sayfalık olağanüstü kapsamlı Gladio raporunda yaptıklarını itiraf eden örgüt üyelerinin bir bölümü 'suçlu' olduklarını hiç kabul etmedi. Bazısı da 1000'in üzerinde insanın canını alan terör eylemlerine emir vermelerini 'vatanseverlik' mazereti ardına sakladı. Onlar için önemli olan İtalya'nın solcuların eline düşmemesiydi; bunu sağlamak için her yaptıklarını 'mübah', hedefleri dışındaki her şeyi de 'teferruat' sayıyorlardı. Örgütün mali ve teknolojik desteğinin neredeyse bütünüyle ABD tarafından sağlanmasını bile...
Devlet adına kullanılan gücün gözü körelten bir etkisi var. İtalya ve İspanya gibi ülkeler, kendi Gladio'larını tasfiye ederken, işte ilk önce bu sürpriz gerçekle tanışmışlardı.
kaynak: samanyoluhaber.com
By amanhem
Son günlerde yaşanan birçok olay herkesi olumsuz etkiliyordur. En başta da ekonomimizi,
Fakat gelin görün ki ekonomimizde açıklanan rakamlara baktığığmızda ise meselenin aslı hiç de öyle değil miş. Aslında bu konuya daha önceki yazılarımda değinmiştim. Bakın şurdaki yazımı bir okuyun. Hani şu kriz geliyor, aman dikkat edin, borç almayın-vermeyin diye halkı galeyana getirme çabasında olan birtakım insanların olduğunu birçok kişi görmüş olmalıdır.
Dün temmuzun 3'üydü ve herzamanki gibi TÜİK haziran ayına ait enflasyon rakamlarını açıkladı. Beklentilerin altında rakamlar çıkınca hemen araştırmaya koyuldum. Bu rakamlar nasıl karşılanmıştı diye. Görülen o ki birçok kişi, özellikle kriz çığırtkanları, bu rakamlara pek inanmak istemiyorcasına söylemlerde bulunmuş. Hatta bir çok online gazete siteleri haberi kıyıda köşede bir haber olarak vermiş. Maksatları kimse bu haberi okumasın. Eğer bu açıklanan rakamlar beklentileri doğrultusunda gerçekleşmiş olsaydı o zaman çıkan yaygarayı hayal bile edemiyorum.
Büyük ihtimal o zamanlar şu şekilde söylemler çoğalacaktır; " AKP iktidarı miadını doldurdu, artık kapatılması gerek", "akp ekonomiyi unuttu, kendisini düşünüyor", " kapatılacak bir partiden ne beklebilir ki"... bu ve buna benzer birçok beyanda bulunulacaktı. Ama olmadı.
Peki bu rakamların bu kadar kaosa rağmen, nasıl oluyorda bir türlü "istenildiği" gibi kötü gelmiyor.
Bakınız ben size söyleyeyim; bu ülke artık 1990'ların ülkesi değil. 1990 larda atınızı istediğiniz gibi koşturdunuz bu kıraç ve bir o kadar da verimli topraklarda. 2-3 yıl ara ile krizler patlattınız, bir çokları yeğenine kredi verdi , ceplerini doldurdu, birçokları bu krizlerden yüksek miktarlarda oynayan kur farkından dolayı haksız kazanç elde etti, bir çokları da büyük bir çoğunluk gibi ezildi, fakirleşti, hakir görüldü, işinden, aşından oldu. Tüm bunları yaşayan bir Türk toplumu var artık karşınızda. Hem 1990 larda ki gibi bilgiye ulaşamayan bir halk değil artık. Eğitimli ve aydın insanlar topluluğu karşınızda bulunmakta. İnanıyorum ki bu ülkeye artık birşey olmaz.
By amanhem
Son günlerde medyamızda bir ekonomik kriz beklentisi almış başını gidiyor. Bende ub çığırtkanlara bir ara inanmaya başlamıştım. Ta ki zaman gazetesi yazarı İbrahim Öztürk'ün tespitlerine kadar. Son 3 yılın mali disiplin rakamlarını ve ekonomimize dair diğer rakamları çok güzel özetleyen aşağıdaki taployuda hazırlamış.
Son zamanlarda yayagarası yapılmaya çalışılan eknomik krizin asıl müsebbibi ABD menşeili bir kriz. Bu herkesin malumu. Fakat bu kriz AB, Japonya ve diğer gelişmiş ekonomilere de sıçramış durumda. Bu sıçrama ilk etapta bize ne canım diyebiliriz. Fakat durum öyle sandığınız gibi değil. Bakın daha geçen gün ABD den farklı rakamlar açıklandı. ABD de işsizlik rakamlarından sorna enflasyonunda %5 ler seviyesinde olması büyük bir risk içeriyor. Hem bu risk sadece ABD ile sınırlı bir risk değil. Yukarıda sözünü ettiğimiz gelişmiş ekonomileri de beraberinde etkileyen bir kriz, hemde derinleşen bir krizden söz etmek mümkün. Bu kriz belki 97 Asya krizi, 2001 Türkiye ve Güney Amerika'da yaşanan krizler kadar yıkıcı olmayabilir. Fakat etkileri uzun süre hissedilecek bir kriz ortamı yavaş yavaş geliyor.
Peki bu kriz ortamında Türkiye ne yaptı veya yapmalı diye kendi kendimize sormamız gerekiyor. Bakın Türkiye bu söz edilen krize nasıl bir hazırlıkla gelmiş. Öncelikle geçtiğimiz aylarda kurlarda meydana gelen ve % 20'leri aşan bir kur düzeltmesi çok isabetli bir karar olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Bunun dışında yıllardır eski ekonomi bakanımız ve şimdiki dış işleri bakanımız Ali Babacanın Maastricht Kriterleri diye dillendirdiği kriterleri Türkiye 3 yıl önce 2005 yılından itibaren büyük bir oranda tutturmuş durumda. Burada en önemli gösterge % 3 ü aşmayan bir bütçe açığı ve % 60'ı aşmayan bir kamu kesimi borç yükü gerekiyor.Tablodaki 3. ve 4. satırlara baktığımızdas bu oranların 2005 yılından itibaren tutturulduğunu görüyoruz. Bunun dışında bir de reel faiz kalemi varki gerçek bir başarı diyebiliriz. Hatırlandığı üzere Türkiye geçtiğimiz yıllarda % 20'lerin üzerinde reel faiz ödemek zorunda kalmıştır.(Bkz 7. satır) Bu reel faiz yükünü ise 70 milyon olarak tüm Türkiye ödemiştir. Faiz harcamaları 2001 krizinde bütçe gelirinin % 100' ünü alıp götürürken bu gün gelinen oranlar sevindirici, % 32 ler seviyesinde. Eğer bu siyasi ve ekonomik istikrarı devam ettirilebilirsek daha da aşağılara çekilmesi imkansız değil.(Bkz. 8. satır) Son olarak 9. satırdaki rakamlara dikkat çekmek istiyorum. Bu satırdaki % 5,7 oranı çok önemli. Sadece 1000 kişi civarında bir kesimin cebine giden paranın son 5 yılda % 13 lerden % 6 civarına çekilmiş olduğunu gösteriyor. Bu da aslında son günlerde Atatürk ve rejim çığırtkanlarının neyi amaçladıklarını ve hangi çıkar odaklarına hizmet ettiklerinin göstergesi niteliğindedir. Dikkat ederseniz şubat ayında MB borçlanmasını % 18 lerden yaparken haziranda yaptığı borçlanmayı % 21 lere çıkarmak zorunda kalmıştır. Eğer bu siyasi gerginliğin aktörleri rollerini terketmezlerse yazının başında berlittiğim gibi gerçek anlamda bir kriz yaşamamış anormal olmayacaktır.
tablo: zaman.com.tr
Artık herkesin, herkesimin şapkasını alıp önüne koyması ve oturup düşünmesi gerek, nereye gidiyoruz ve neye hizmet ediyoruz.
iyi günler.
By amanhem
HÜKÜMET ani bir kararla 12.5 milyar dolarlık işsizlik sigortası fonlarını kullanıp GAP’ı bitirmek istiyor. Bu kararı bugün Diyarbakır’da açıklayacakmış. Bu açılım Amerika’nın yine bu konuda yeni açılımlar gerek isteği üzerine alınmıştır.
GAP, Güneydoğu Anadolu bölgesini, Adıyaman, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, Diyarbakır, Siirt, Batman, Mardin, Şırnak illerini kapsayan entegre tüm yatırım projelerini tekelden koordine eden bir projedir.
Hidroelektrik santralı, otoyol, yol, okul, kanalizasyon gibi tüm yatırımları kapsar.
GAP önceleri sadece sulama amaçlıyken; DSİ, Karayolları gibi dev mühendislik kuruluşları devreden çıkarılarak yetkileri GAP İdaresi’ne devredilmiştir.
GAP bir mühendislik şaheseridir.
Hal böyleyken GAP İdaresi iktisatçı, sosyolog, ziraat mühendisi ve kalifiye olmayan kart hamili elemanlarla doldurulmuş, ayrılan kısıtlı ödenekler sadece memur maaşlarına yetişmiş, esas amaç kalan yatırımlara devam imkánı kalmamıştır.
Tipik iktisatçı mantığıyla 28 milyar dolarlık yatırımın 16.5 milyar doları harcandı, kalan 11.5 milyar dolardır.
Bu parayı bulursak GAP’ı tamamlamış oluruz denmektedir.
Gerçekte gereken para, sulama projeleri için 1997 fiyatlarıyla 1.2 milyar dolardır.
Şimdiki fiyatlarla 2.5 milyar dolar olsun.
Diğer arta kalan paranın gereksiz olduğunu ileride açıklayacağız.
Bu işin kritik öğesi, sulama projelerinin öncelikle tamamlanmasıdır.
Dünyada buğday, pirinç, mısır, yağ fiyatları yüzde 113 artmıştır.
Eğer hızla sulama yaparsak, 1-4 yıl içinde Türkiye’de aşağıdaki yıllık üretim artışlarını sağlayabiliriz:
Buğday 3, Mısır 2, domates, pancar 1 milyon ton; pamuk 530, pirinç 100, ayçiçeği 200 bin ton.
NE YAPILMALI
GAP, Fırat havzasında 1.091.000 hektar sulama 20 milyar kilovatsaat elektrik, Dicle havzasında ise 601.000 hektar sulama, 7 milyar kilovatsaat elektrik üretimini öngörmektedir.
Fırat üzerindeki barajlar tamamlanmış, 1.091.000 hektar araziden ancak 200.000 hektar arazi sulanabilmiştir.
Dicle üzerindeki barajlardan Hasankeyf’i sualtında bırakan Ilısu Barajı, çevrecilerin protestolarıyla yapılamamıştır.
Yapılmasa da kıyamet kopmaz.
Şimdi Fırat Nehri’nden sulanacak arazi, 300.000 hektar Harran ovası ve 1.06 milyar dolar değerli pompalı Ceylanpınar Aşağı Mardin Ovası sulaması ile 300 milyon dolar değerli Siverek sulamasıdır.
Dicle sulama projeleri ise Dicle, Batman kıyı projeleri ile Silopi ve pompalı Cizre-Nusaybin-İdil sulamalarıdır.
Alınacak önlemler ise:
1- GAP idaresi lağvedilerek tasarruf edilecek paralar eskiden olduğu gibi yatırımcı devlet kuruluşlarına aktarılmalıdır.
Sulama projelerini DSİ yapmalıdır.
2- Karayolları, otoyol, bölünmüş yol, okul, kanalizasyon, elektrik, baraj gibi yatırımlar Türkiye’nin genel yatırımları içinde düşünülmelidir. Bölgede tüm bu yatırımlar bolca yapılmıştır. Ne büyük bir baraj kalmış yapılacak, ne de okul ve yol. Yatırımlar lüzumsuzdur.
3- İşsizliği önlemek amacıyla kalıcı 200 fabrika yapılmalıdır.
Bunlar başta derin kuyu pompaları olmak üzere tarım dışı konularda fabrikalar olmalıdır.
4- Başbakan bu yatımlarla bölgede 4 milyon kişiye iş bulunacağını söylemiştir.
Gaziantep dışında bu illerin nüfusu 3 milyon bile değildir! Sanki herkes işsizmiş gibi...
5- Muhalefet ve sendikacıların konuyu etraflıca inceleyip, ciddi direnmeleri gerekir.
Sulama projelerinin tamamlanması için gereken 2.5 milyar doların üstü, yatırım ve açılım yapıyoruz diye seçmenlere ve yandaş müteahhitlere peşkeş çekilecektir.
Korkmasınlar, oy kaybetmezler.
6- GAP, 1960’ların devletçi mantığıyla hazırlanmış, yüzde 85’i tamamlanmıştır.
Sulama ve ürün olursa özel sektör hızla fabrikalar kuracaktır.
Örneğin, dünkü Hürriyet’te, Koç grubunun salça fabrikasından bahsedilmekteydi.
Ne olursa olsun devletin hızla sulama yatırımlarını tamamlaması gerekir.
6 yıldır yatırım yapmayan hükümete karşı, geçmişte yüzde 100 Türk sermaye ve mühendisliğiyle bu eseri gerçekleştirenlere şükranlarımızı sunuyorum.
Aslan ÖZMEN-Y. MÜHENDİS
Spor Toto ’İddaa’ ihalesine ’iddia’lı şekilde hazırlanıyor
TÜRK ve Yunan sermayeli, futbol bahis oyunu İddaa, ciddi kár eden bir şirket.
Yıllık cirosu yaklaşık 2 milyar dolar olarak belirtiliyor.
İddaa, baştan ihalesiz verildiğinden dış ülkelerden bu sürece alınmayan bir Amerikan firması yargıya gitti.
Danıştay, bunun üzerine ihaleyi iptal etti.
Hükümet bu durum karşısında bir yıl içinde yeni bir yasa çıkartarak yeni ihale yapma kararı verdi.
Bu arada ihaleye çıkılınca oyunun İddaa tarafından sürdürülmesi de kararlaştırıldı.
İhale süreciyle ilgili bazı firmalardan yakınmalar medyada yankılanıyor.
"Hükümet yeni ihalede adresi yine İddaa olarak mı gösteriyor?"
Adrese teslim bir şartname hazırlandığı yolunda kuşkular taşınıyor.
İhaleye girmek niyetinde olan bir yabancı firmanın temsilcisi, "Spor Toto teşkilatında, ihaleye başkasının girmemesi için birtakım oyunlar döndürüldüğü izlenimini alıyoruz. Kimseye bilgi vermiyorlar. Şartname de gösterilmiyor" diyor.
Türkiye’de İddaa futbol bahis oyunu 2500 terminalle oynanıyor.
Acaba başka bir yatırımcı bunun dışında bir teklif veremez mi?
Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun önümüzdeki günlerde başı ağrıyabilir.
İhaleye bu firma, şu firma girebilir.
Ama şeffaf olunmalıdır. Şartname almak isteyenler ürkütülmemelidir; aynı Sabah-ATV ihalesinde olduğu gibi. Saman altından bazı şeyler yürütülmemelidir.
Yalçın Bayer 27 Mayıs 2008 hürriyet
By amanhem
'Murphy Kanunları' vardır ya... Bunlardan birine göre; "Ters gitme olasılığı taşıyan bir şey ters gider." Şu sıralar Türkiye için tam da böyle. Gıda krizi, petrol şoku, Güneydoğu'da 1850'lerden beri kaydedilen en büyük kuraklık, küresel finansal kriz, içeride yargı cinneti, CHP'nin tutumu gibi.
Tabii böyle olunca yükselen enflasyon, abartıya dönüşen cari açık, yavaşlayan ekonomi, artma eğilimine giren işsizlik...
Önce minik bir fıkra. Yolcular nehrin karşı kıyısına geçmek için küçücük bir takaya doluşuyor. Kaptan bir hayli tedirgin. "Yapmayın etmeyin, batacağız." diyor. Halkın bunu duyacak hali yok. Bir yandan takaya doluşurken, diğer yandan "Allah büyüktür." sesleri yükseliyor. Kaptan ise mukadder sonucu ilan ediyor: "Allah büyüktür, ancak taka küçüktür."
Evet hükümet vardır, oradadır, ancak sorunlar da küresel ve devasadır. İçeride ise pusuya yatıp milletinin mağduriyeti üzerinden kendine istikbal arayanlar pek çok ve akla ziyan ahlaksız yöntemleri pervasızca denemekteler.
Bu şartlarda bile ekonomi krize girmiş değil. Her şeye rağmen psikolojiyi aşağıya bırakmayan hükümetin çabalarının bunda büyük bir katkısı var. Hani "Sorunlar dağ gibi üzerimize gelirken, hükümet gerekli tedbirleri almıyor." lafı kocaman bir Beyaz Türk yalanı.
Hemen herkesin ortak bir söylemi, bir arzusu vardı: "Makro ekonomik reformlar tamam. Sıra mikro ekonomik reformlara gelmeli, üretimin, istihdamın önü açılmalı, Türkiye'nin rekabetçiliği artırılmalı." Peki, neydi bu reformun unsurları?: (1) İstihdam paketi. (2) Enerji piyasası reformu. (3) Sosyal güvenlik reformu. (4) Verimlilik eksenli üretim ekonomisini teşvik eden Ar-Ge yasası, tasarrufu artırıcı tedbirler. (5) Sanayi envanterinin çıkartılması. (6) Bölgesel-sektörel kademeli, verimlilik eksenli teşvik yasasının çıkartılması. (7) Tarımın etkin dönüşümü. (8) Eğitimde dönüşüm.
Hükümet bu kalemlerin tümünde belli bir aşamaya geldi. Çoğu, mevzuatların çıkartılması ve uygulama aşamasında. 12 milyar dolarlık GAP paketi şimdi açıklanıyor. Yerimiz dar. Sonra açıklarız. Tabii "Uygulamayı görmek lazım." lafı da yabana atılacak cinsten değil. Zira şu sıralar ekabir bürokrata laf geçirmek, inisiyatif aldırmak, imza attırmak her babayiğidin harcı değil. İdeolojik yargı yapısı ve üzerindeki cuntacı baskı devam ettikçe de bu aşılamaz. Ahmet Altan diyor ya, "Altı postal, üstü cübbe", aynen öyle!
Böyle bir ortamda geçen cuma sabahı Devlet Bakanımız Mehmet Şimşek ile bir kahvaltıda buluştuk. Kahvaltıda bütün bu yeni hamleleri konuştuk. Yalnız bugünkü yazımı yazmak için masanın başına geçip, diğer dört akademisyen-yazar meslektaşımın toplantıyı nasıl işlediğini görmek için internete girdim. Prof. Seyfettin Gürsel'in detaylı değerlendirmesi Referans gazetesine manşet olmuş. Okuduğum bir değerlendirmesi nedeniyle gözlerim fal taşı gibi dışarı fırladı. Gürsel'in haberine göre, "Temmuz ayı gibi bir tarihte elektrikte otomatik fiyatlandırma sanayi için yüzde 14, konutlarda ise yüzde 19 zamla başlayacak."
Oysa Bakan'ın dedikleri böyle değildi, şöyleydi: "Bugün enflasyon hedeften sapmıştır. Mevcut enflasyonun yüzde 66'sı sadece enerji ve gıdadan kaynaklanıyor. Yıllardır sanayi ve konutlarda kullanılan enerjiyi sübvanse eden kamu, zam yapmayarak tam 25 milyar YTL'lik bir yüke katlandı. Ancak dünyadaki koşullar nedeniyle yıl başında daha fazla dayanamayarak yüzde 14 ve yüzde 19 oranındaki o bilinen zamları yapmak zorunda kaldık. Bu da enflasyona yansıdı."
Neyse ki, zaten Hazine Müsteşarlığı'ndan "tekzip" metni mesaj kutuma da düştü. Anlaşılan Sayın Gürsel, "Pek bir şey öğrenemedim." dediği sohbet ortamına biraz 'adrenalin' katayım derken 'yapılanı', 'yapılacak' şeklinde aktarmış. Bir de çoğu kez "Ama basına öyle yansımadı." demezler mi? Sen duyduğunu bu hale getirirsen, nasıl yansısın ki!
Neyse, 'mikro reform' ezberi de bitiyor artık. Şimdi top işadamında.
İBRAHİM ÖZTÜRK
26/05/2008 zaman