aman can

By amanhem

zaman, hürriyet, milliyet, sabah, cumhuriyet, radikal

Key Odemeleri Basliyor

By amanhem

etiketler: key ödeme, key ödemeleri ,key ödeme tarihi, key hakedişler, key hesapları, key hesapla
Ziraat Bankası Genel Müdürü Can Akın Çağlar, ilgili Kanunu Cumhurbaşkanı'nın onaylaması halinde Konut Edindirme Yardımı (KEY) ödemelerine 28 Temmuz'da başlayacaklarını söyledi.

Çağlar, KEY ödemelerine ilişkin gazetecilerin sorularını yanıtladı.

KEY ödemeleriyle ilgili yasanın Mecliste kabul edilmesinin ardından Hazine ve Ziraat Bankasının hazırlıklarını tamamladığını ve 8.5 milyon hak sahibinin bilgilerinin kendilerine geldiğini bildirdi.

Ödeme şekli ve tutarlarıyla ilgili bilgi veren Çağlar, 8.5 milyon kişiye toplam 2.8 milyar YTL ödeneceğini söyledi. Çağlar, en yüksek ödeme tutarının 1,391 YTL olduğunu belirterek, 1 YTL alacağı olan hak sahibinin de bulunduğunu ifade etti.

Ödeme dilimlerine göre en çok hak sahibini 0-50 YTL arasında alacağı olanların oluşturduğunu belirten Çağlar, bu dilimde 3 milyon 800 bin kişinin bulunduğunu kaydetti. Çağlar 1 milyon ve üzerinde alacağı olanların sayısının ise 1 milyon 145 bin olduğunu söyledi.

-ÖDEME TUTARLARI VE HAK SAHİBİ SAYISI-

Çağlar, KEY'de ödeme tutarları ve hak sahibi sayısını da dilimler halinde şöyle sıraladı:

ÖDEME TUTARI HAK SAHİBİ SAYISI

------------- -----------------

0-50 YTL 3.800.000

50-100 YTL 848.000

100-150 YTL 477.000

150-200 YTL 464.000

200-250 YTY 275.000

250-300 YTL 220.000

300-400 YTL 364.000

400-500 YTL 274.000

500-600 YTL 237.000

600-700 YTL 208.000

700-800 YTL 181.000

800-900 YTL 183.000

900-1.000 YTL 163.000

1.000 YTL ve üzeri 1.145.000

Buna göre, 2 milyon 922 bin kişi 50 ile 500 YTL arasında, 972 bin kişi de 500 ile 1.000 YTL arasında konut edindirme yardımı parası alacak.

-1.000 YTL'NİN ÜZERİNDE ALACAĞI OLANLARA KREDİ İMKANI-

Çağlar, Ziraat Bankasının 1000 YTL ve üzerinde alacağı olanlar için komisyon ücreti ve faiz oranında avantaj sağlayarak, alacağının 10 katına kadar kredi verilmesine yönelik çalışmaları olduğunu da bildirerek, şunları söyledi:

''1.000 YTL üzerinde alanlara böyle bir kredi ürünü geliştirelim diye düşündük. Mesela KEY'den 1.000 YTL alacaksanız. O kişiye eğer kredi veriminde bir problem yoksa, 'size 10 bin YTL vereyim, bunu 10 taksitte bana ödeyin' veya 'size 5 katını vereyim, 20 taksitte bana ödeyin' şeklinde bir kredilendirme yapacağız. Nemanın başka bir versiyonu gibi. Kendilerine ödenecek rakamı peşin ödenen bir komisyon veya bu işin peşin ödenen bir faiziymiş gibi kabul edip, geri kalan 10 taksitte herhangi bir komisyon ya da faiz telaffuz etmeyeceğiz.''

Bunun herkes kredilendirilecek anlamı taşımadığını da kaydeden Çağlar, ''Tabii ki çok büyük volum oluşur oluşmaz bilmiyoruz. Ama insanların derdine derman olabilecek gibi bir rakam ortaya çıkar. 5 ya da 10 bin YTL bir işini görür. Oysaki 1.000 YTL ödediğimiz bir kişi onu çok bir şey de kullanamayabilir'' dedi.

Çağlar, kredi vermede kefil istenmeyeceğini, ancak kredi kayıt merkezinden gerekli sorgulamaların yapılacağını ifade etti.

Çağlar, KEY'in konut edindirme yardımı olduğunun anımsatılarak, ''Konut kredisi verir misiniz?'' sorusu üzerine, ''Konut kredisi zaten veriyoruz. Ama bununla ilgili diyorsanız. Bundan bir konut kredisi olmaz. Hepsi çok küçük rakamlar en üst olana 10 katını verseniz bile 13-14 bin YTL'ye yakın para. Yani onunla bir ...'' diye konuştu.

-ÖDEME ŞEKLİ-

Çağlar, ödeme için tüm hak sahipleri adına hesap açılacağını ifade ederek, hak sahibinin alacağını kimlik bilgileri ve vatandaşlık numarasıyla herhangi bir şubeden alabileceğini söyledi. Çağlar, ''Herkes büyük merakla gelecek. Ama geldiğinde, '1 YTL-5 YTL nereden çıktı' diye bakacak. Çünkü insanlar bunun nema gibi büyük rakamlar olduğunu düşünebilir'' diye konuştu.

Çağlar, kurumların istemesi halinde kamu-özel ayrımı olmadan nemada olduğu gibi toplu ödeme yapılabileceğini belirtti.

Çağlar, ayrıca bankalara borcu bulunan hak sahiplerinin alacağına haciz koyabileceklerini de vurguladı.

-''KİMSENİN ZARARINA İŞLEM YAPMA LÜKSÜ YOK''-

Çağlar, Ziraat Bankasının zararına kredi verdiği yönündeki söylemlerin belirtilmesi üzerine, kimsenin zararına işlem yapma lüksüne sahip olmadığını belirterek, ''Biz de böyle bir lükse sahip değiliz'' dedi.

Çağlar, ''Zararına verdiğini iddia edenler son toplanan mevduat rakamına bakarlar. Mesela bugün 20 ile mevduat topluyorsunuz ama çok iyi firmalar 17 ile kredi veriyorsunuz. Sadece buna baktığınız zaman 20'ye mal alıp, 17 ile satıyormuş gibi, zararına işlem yapıyorsunuz gibi algılanabilir. Oysaki bankaların özkaynakları, daha düşük topladıkları mevduatları var. Son toplanan mevduatın maliyetiyle verilen krediyi mukayese etmemek lazım'' açıklamasında bulundu.

kaynak: zaman.com.tr

Sahi Ecevit'e ne olmuştu?

By amanhem

DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, selefi Bülent Ecevit için 'Ona ve partisine yapılanlar unutulmamalı' diye açıklama yaptı.

Konuyu, Ergenekon iddianamesinde yer aldığı ileri sürülen 'Ecevit'e baskı yapıldı' bölümü gündeme taşıdı. Ergenekon'la bağlantısı olsun olmasın Ecevit'in yaşadıklarını hatırlamakta yarar var. 2001 yılı ekonomik ve siyasî krizlerle anılan bir yıl oldu. 2002 Temmuz ayında ise kriz doruk noktasına çıktı. İlerleyen yaşının yanına sağlık sorunları eklenen Başbakan Ecevit, Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde tedavi altına alındı. Süleyman Demirel'in kadim dostu Mehmet Haberal'ın hastanesinin önünde muhabirler başbakanla ilgili bilgi alabilmek için kamp kurdu. Gelen haberler hiç iç açıcı değildi ve siyasetle birlikte ekonomik krizi derinleştirmekten başka işe yaramıyordu. Hastaneden yapılan açıklamalar, bilinçli tercih değilse beceriksizlik harikası denilecek cinstendi. "Başbakan Ecevit 'yarı mobilize' edildi" cümlesi bunlardan biriydi. Ecevit, sürpriz bir kararla ve kendi ifadesiyle 'kaçarak' evine çıktı. Vaki davetlere de olumsuz cevap vererek kontrollere bile gitmedi.

Emin Çölaşan'ın 2 Temmuz 2002'de Hürriyet'te yayınlanan ifadeleri ise şoke ediciydi. Kitabına 'Önce İnsanım, Sonra Gazeteci' ismini koyan Çölaşan, ülkenin başbakanını şu cümlelerle anlatmıştı: "Hastaneye yattığında bütün derisinde kabarmalar ve lekeler var. Cildiye uzmanları bunları önce bir hastalık zannedip incelemeye alıyor. Sonra görülüyor ki, bunlar iyi yıkanmadığı, iyi temizlenmediği için oluşmuş şeyler. Hastanede her tarafı güzelce yıkanıp paklanıyor, pamuklarla siliniyor. Cildinin temizlik sonrası aldığı renge Rahşan Hanım bile şaşırıyor... 'Meğer senin ne güzel tenin varmış Bülent' diyor. Bülent Bey'in iyice uzamış ve bakımsız kalmış el ve ayak tırnakları da hastanede güzelce kesiliyor, temizleniyor. Ellerine bir güzellik geliyor, ayakları rahat ediyor." Her gün insan içine çıkan, Başbakanlık'ta mesai yapan, heyet kabul eden biri için sanki 6 aydır mağarada yaşıyormuş gibi yazmaktan çekinmemişti, Çölaşan.

Ecevit, sağlık durumundan alaşağı edilemeyince B planı devreye sokulmuştu. Hüsamettin Özkan, İsmail Cem ve Kemal Derviş liderliğindeki yeni siyasî oluşumla DSP bölünmeye çalışıldı. Yeni Türkiye Partisi arkasına aldığı büyük medya desteğine rağmen varlık gösteremedi ve tarihin tozlu raflarındaki yerini aldı. Türk siyasetini yeniden dizayn etme planları, Frankfurt Zirvesi gibi tartışmalar uzun soluklu olamadı. Ecevit ve koalisyon ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli'nin erken seçim resti bütün planları altüst etti. Bahçeli, bir anlamda intihar eylemi ile bütün ekibi barajın altına çekti. Bugünü planlamış mıydı bilmiyoruz, ama projeciler silinirken kendisi bir dönem sonra yeniden siyasetin aktif unsurlarından biri oldu.

2002'den bu yana film şeridini hızla sardığımızda önümüze şu tablo çıkıyor: Bülent Ecevit'i tahkir ederek siyaset kulvarının dışına atmaya çalışanlar ile sonraki yıllarda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'e, 'sonun Adnan Menderes'in Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun gibi olur' şantajı yapanlar aynı insanlar. 'Ülkeyi kurtaracak yegâne alternatif Cem-Derviş-Özkan üçlüsüdür' propagandası yapanlarla 'AK Parti iktidar şımarıklığına girdi, dersini almalı' diyenler aynı kalemler. Adı Ergenekon olsun olmasın, birbirini tamamlayan halkalarla karşı karşıya olduğumuz açık. AK Parti'ye karşı psikolojik harekâtlarını 'irtica' ile gerekçelendirenlere 'Ecevit'in suçu neydi?' sorusunu yöneltmenin anlamı yok. Onlar kuzuyu yemeyi kafaya koyduktan sonra suyunu bulandıracak bahaneler bulmakta zorlanmıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri bile mıntıkasında temizlik yapmaktan gocunmuyor. Bakalım medya ve oligarklarımıza ne zaman sıra gelecek?
Bülent Korucu; Zaman 18/07/2008

Ergenekon zanlısı, “Neden tutuklandınız?” sorusuna ne cevap vermişti

By amanhem

En son dalgada tutuklanarak cezaevine gönderilen Ergenekon zanlısı, gazetecilerin “Neden tutuklandınız?” sorusuna, “Vatanımı ve Cumhuriyet'i çok sevdiğim için” cevabını vermişti. Önceki gün, kendisiyle görüşen bir siyasetçi de, önemli bir tutuklunun, ısrarla, “Vatanım, milletim önünde başımı eğecek hiçbir şey yapmadım” dediğini nakletti.

Bunların görüşlerini açıklayan kişilerin samimi düşünceleri olmadığına inanmamız için hiçbir sebep yok. Ergenekon sanıklarının çoğu, hiç kuşkunuz olmasın, tutuldukları hücrelerde, “Ne yaptıysam vatanım için yaptım, bu durum bana reva mı?” diye soruyordur.

Önümüzdeki günlerde, Ergenekon davasının yargı safhası başladığında, en sık işiteceğimiz bunlara benzer cümleler olacak. Başka ülkelerdeki benzeri davaların duruşmaları sırasında, yargılananların pek çoğu, kendilerini bu tür bir söylemle savunmuştu çünkü.

Bugün karşımıza çıkan tablo 1990'lı yıllarda başka ülkelerde de yaşandı. Bunlardan en bilineni ve dünya çapında en büyük gürültüyü koparanı 1990 sonrasında adalete intikal etmiş olan İtalya'daki 'Gladio' davasıdır. O davanın en merkezi figürlerinden biri olan Licio Gelli, kurulmasına ve faaliyetlerinin yaygınlaşmasına hizmet ettiği örgütün ipliğinin pazara çıktığı günlerde, “Bana yönelik eleştiriler tam bir ayıp, İtalya'da solun işbaşına gelişini engellediğim için madalyayı hak ediyorum” diyordu.

Gladio örgütünün kuruluş amacı olan 'solu iktidardan uzak tutmak' için İtalya'da sahneye koyduğu eylemlerin bazısına önceki gün burada değinmiştim. Zihinleri bulandırmak için her türlü yöntemi deneyen, sol koluna sağcıları, sağ koluna solcuları hedef alan eylemler yaptıran, pek çok eyleme yanlış kartvizit bırakan (buna istihbarat dilinde 'false flag' deniyor) bir örgüttü Gladio. Eylemlerde başarılı olmak için istihbarat örgütlerinin (İtalyan SİFAR ile Amerikan CIA'nin) imkânlarını kullanması yanında, kendisi de o örgütlere istihbarat desteği veriyordu.

Örgütün 'P-2 Locası' diye bilinen ve 400 kişiyle başlayıp son raddelerde 2500 kişiye ulaşmış olan beyin takımı, üyelerinin temas noktalarını kullanarak, İtalyan siyasileri, işadamlarını, bürokratları dinlemeye almıştı. Örgüt Papa dahil Vatikan'ın önde gelen isimlerini de takip altında tutuyor ve konuşmalarını dinliyordu.

1970'li yıllardan ve o günlerin teknolojisiyle olağanüstü kısıtlı yapılabilen dinleme faaliyetinden söz ediyorum. Bugünün teknolojisine o gün sahip olsaydı, P-2 veya Gladio, sonunun trajik olması gerekmeyebilirdi.

İtalyan Senatosu'nun 326 sayfalık olağanüstü kapsamlı Gladio raporunda yaptıklarını itiraf eden örgüt üyelerinin bir bölümü 'suçlu' olduklarını hiç kabul etmedi. Bazısı da 1000'in üzerinde insanın canını alan terör eylemlerine emir vermelerini 'vatanseverlik' mazereti ardına sakladı. Onlar için önemli olan İtalya'nın solcuların eline düşmemesiydi; bunu sağlamak için her yaptıklarını 'mübah', hedefleri dışındaki her şeyi de 'teferruat' sayıyorlardı. Örgütün mali ve teknolojik desteğinin neredeyse bütünüyle ABD tarafından sağlanmasını bile...

Devlet adına kullanılan gücün gözü körelten bir etkisi var. İtalya ve İspanya gibi ülkeler, kendi Gladio'larını tasfiye ederken, işte ilk önce bu sürpriz gerçekle tanışmışlardı.
kaynak: samanyoluhaber.com

Hani kriz olacaktı?

By amanhem

Son günlerde yaşanan birçok olay herkesi olumsuz etkiliyordur. En başta da ekonomimizi,
Fakat gelin görün ki ekonomimizde açıklanan rakamlara baktığığmızda ise meselenin aslı hiç de öyle değil miş. Aslında bu konuya daha önceki yazılarımda değinmiştim. Bakın şurdaki yazımı bir okuyun. Hani şu kriz geliyor, aman dikkat edin, borç almayın-vermeyin diye halkı galeyana getirme çabasında olan birtakım insanların olduğunu birçok kişi görmüş olmalıdır.
Dün temmuzun 3'üydü ve herzamanki gibi TÜİK haziran ayına ait enflasyon rakamlarını açıkladı. Beklentilerin altında rakamlar çıkınca hemen araştırmaya koyuldum. Bu rakamlar nasıl karşılanmıştı diye. Görülen o ki birçok kişi, özellikle kriz çığırtkanları, bu rakamlara pek inanmak istemiyorcasına söylemlerde bulunmuş. Hatta bir çok online gazete siteleri haberi kıyıda köşede bir haber olarak vermiş. Maksatları kimse bu haberi okumasın. Eğer bu açıklanan rakamlar beklentileri doğrultusunda gerçekleşmiş olsaydı o zaman çıkan yaygarayı hayal bile edemiyorum.
Büyük ihtimal o zamanlar şu şekilde söylemler çoğalacaktır; " AKP iktidarı miadını doldurdu, artık kapatılması gerek", "akp ekonomiyi unuttu, kendisini düşünüyor", " kapatılacak bir partiden ne beklebilir ki"... bu ve buna benzer birçok beyanda bulunulacaktı. Ama olmadı.
Peki bu rakamların bu kadar kaosa rağmen, nasıl oluyorda bir türlü "istenildiği" gibi kötü gelmiyor.
Bakınız ben size söyleyeyim; bu ülke artık 1990'ların ülkesi değil. 1990 larda atınızı istediğiniz gibi koşturdunuz bu kıraç ve bir o kadar da verimli topraklarda. 2-3 yıl ara ile krizler patlattınız, bir çokları yeğenine kredi verdi , ceplerini doldurdu, birçokları bu krizlerden yüksek miktarlarda oynayan kur farkından dolayı haksız kazanç elde etti, bir çokları da büyük bir çoğunluk gibi ezildi, fakirleşti, hakir görüldü, işinden, aşından oldu. Tüm bunları yaşayan bir Türk toplumu var artık karşınızda. Hem 1990 larda ki gibi bilgiye ulaşamayan bir halk değil artık. Eğitimli ve aydın insanlar topluluğu karşınızda bulunmakta. İnanıyorum ki bu ülkeye artık birşey olmaz.